
Gizem ve büyüyle iç içe olan hipnoz, dünya genelinde en merak uyandırıcı yöntemlerden biri olmayı sürdürüyor.
Hipnoz, kişiyi telkinlere son derece açık hale getiren trans benzeri bir duruma sokan, köklü bir uygulamadır. Hem sirklerde gösteri yapan sihirbazlar hem de saygın bilim insanları tarafından kullanılan ortak bir araçtır. Belki bir mentalistin sahnede insanları hipnotize ettiğine şahit oldunuz ya da bu ilginç tekniğin terapötik faydalarını duydunuz. Eğer hipnoza dair merakınız varsa, işte onun nasıl çalıştığına dair kısa bir özet.
Hipnozun Tarihçesi
Hipnoz, oldukça eski zamanlara dayanan bir tekniktir. Tarihi kayıtlarda, hipnozun izlerine İslam Altın Çağı’nın ünlü bilim insanı İbn-i Sina’da rastlanır. İbn-i Sina, “Tıbbın Kanunları” adlı eserinde, değişmiş bilinç durumlarının ve telkinin, tedavi sürecindeki etkilerini incelemiştir. O, zihnin beden sağlığı üzerindeki gücünü fark eden ilk hekimlerden biriydi.
- yüzyılda ise Alman hekim Franz Mesmer, hipnozu yeniden gündeme getirdi, ancak farklı bir yaklaşımla. Mesmer, “hayvani manyetizma” olarak bilinen mistik bir enerjinin, hipnotistler tarafından aktarılabileceğine ve bu enerjiyle tedavi yapılabileceğine inanıyordu. Bu dönemde hipnoz, “Mesmerizm” olarak tanındı. Ancak, James Braid gibi bilim insanları Mesmer’in teorilerini eleştirerek hipnozu daha bilimsel bir bakış açısıyla değerlendirdiler. Braid, hipnozun, odaklanmış dikkat, çevreden kopukluk ve yüksek telkin edilebilirlikle karakterize edilen bir zihinsel durum olduğunu savundu.
Hipnoterapinin Yükselişi
Braid’in hipnoz üzerine çalışmaları büyük ilgi görerek dünya çapında yaygınlık kazandı. Fransız nörolog Étienne Eugène Azam, Braid’in eserini Fransızcaya çevirdi ve bu sayede Fransa, hipnoz çalışmalarının merkezi haline geldi. Paris’te, bu alanda iki önemli okul ortaya çıktı: Jean-Martin Charcot’nun önderliğindeki “Sapêtrière Okulu” ve Hippolyte Bernheim’ın başını çektiği “Nancy Okulu”. Charcot, hipnozun sadece histeri gibi patolojik durumlardaki hastalarda etkili olduğunu savunurken, Bernheim, hipnozun herkesin deneyimleyebileceği doğal bir durum olduğunu düşünüyordu.
Sigmund Freud: Hipnotize Etmek mi, Etmemek mi?
Psikanalizin kurucusu Sigmund Freud, kariyerinin başlarında hipnoterapiyi kullanmasıyla tanınır. Psikanalizi geliştirmeden önce, bastırılmış travmaları açığa çıkarmak için hipnozu bir yöntem olarak kullanmıştır. 1885 yılında, Charcot ile çalışmak üzere Paris’e gidip histeri hastaları üzerinde gözlemler yapmış ve sonrasında Bernheim’ın yöntemlerini incelemek üzere Nancy Kliniği’ni ziyaret etmiştir. Bu deneyimler, Freud’un zihinsel hastalıkları anlamada yeni bir perspektif kazanmasına katkı sağladı ve bilinçdışı zihin, çalışmalarının temelini oluşturdu.
Ancak Viyana’ya döndüğünde, serbest çağrışım tekniğini geliştirerek hipnoza olan ilgisi azalmaya başladı. Başlarda, serbest çağrışımı ve hipnozu birleştirmeye çalışsa da zamanla hipnozun sınırlamalarını fark etti. 1919’da hipnozun kullanımı hakkında, “bizi analizin saf altınını, doğrudan telkinin bakırıyla alaşım yapmaya zorlar” yorumunu yaptı. Yine de, Freud’un hipnozla ilgili çalışmaları, modern hipnoterapiye önemli katkılar sağladı.
Hipnotize Edilmiş Beyin
2017’de Heidi Jiang ve ekibinin yaptığı bir çalışmada, hipnoz altındaki 57 deneğin beyin aktiviteleri MRI taramalarıyla incelendi. Araştırmada, hipnoz sırasında üç önemli beyin değişikliği tespit edildi. Öncelikle, karar verme ve dürtü kontrolü gibi işlevlerden sorumlu dorsal anterior singulat bölgesinde düşük aktivite görüldü. İkinci olarak, dorsolateral prefrontal korteks ile duyusal işleme ve ağrı yollarıyla ilgili olan insula arasında artan bir bağlantı saptandı.
Üçüncü olarak, varsayılan mod ağı ile dorsolateral prefrontal korteks arasındaki bağlantının azaldığı görüldü; bu durum, hipnotize edilen kişilerin alışılmış davranışlarının dışına çıkabilme nedenini açıklayabilir. Araştırmalar, hipnoz altındaki beynin bazı bölgelerinin daha bağımsız çalıştığını ve bu durumun, hipnoz sırasında telkinlere daha açık hale gelmeyi sağladığını öne sürüyor. Nörofizyolog Henry Railo, bu durumu, “Normal uyanıklıkta beyin bölgeleri birbirleriyle senkronize çalışır, ancak hipnoz sırasında bu bağlantı zayıflar” şeklinde açıklamıştır. Sonuç olarak, hipnotize olmuş bir beyin, bilgiyi tamamen farklı bir biçimde işlemektedir.
Hipnotik İndüksiyon
Hipnozun etkisini başlatmak için kullanılan çeşitli teknikler bulunmaktadır. Bu yöntemler arasında en yaygın olanı, James Braid tarafından geliştirilen ‘göz sabitleme’ yöntemidir. Bu teknikte hipnozcu, süjenin dikkatini bir nesneye odaklar ve gözlerini açık tutarak ona bakmasını sağlar. Süreç ilerledikçe, deneğin gözleri yorulur ve sonunda kapanır. Hipnozcu, bu aşamada rahatlatıcı telkinler vererek süreci yönlendirir. Günümüzde, bu tekniğin etkinliğini korumasına rağmen, telkinin gücü hipnotik indüksiyonda en önemli faktör olarak kabul edilmektedir.
Telkinlerin Önemi
Braid’in sonraki çalışmalarında sözlü ve sözsüz telkinlerin etkisi öne çıkmıştır. Bernheim, telkinin hipnozun temel unsuru olduğunu savunarak modern hipnozun babası olarak anılmıştır. Hipnotistler, bilinçli ya da bilinçdışı zihne hitap eden iki farklı telkin yöntemi kullanabilirler. Bilinçli zihne yönelik telkinler doğrudan talimatlar içerirken, bilinçdışı zihne yönelik telkinler metaforlar veya hikayeler şeklinde daha dolaylı olur. Hangi telkinin daha etkili olduğu hâlâ tartışmalıdır, ancak uygulayıcının, hastasının zihninin hangi yönüne odaklandığına bağlı olarak yöntem belirlenir.